Sabah uyanmak zulüm geldi resmen. 8’e kurdum saati ama uyanamadım, tekrar 9a kurdum alarmı. Zor zahmet kalkıp çantamı hazırladım, elma aldım elime çıktım dışarı. Bindim metroya Celil’le buluşacağımız istasyona gittim. 10 dk önce gitmişim, bi sigara yaktım, yoyo oynadım ardından biraz beklemeye başladım. Saat 10:10’a kadar bekledikten sonra Celil’i aradım.
- Gelmiyor musun Celil?
- Ya dün demiştim ya bi arkadaşla görüşeceğim diye, o erken çağırdı. Çok özür dilerim ya ama sen git yurt başvurusunu falan yap, yarın buluşalım.
- Tamam o zaman yarın görüşürüz.
Bilsem uyanmazdım. Dedim kalkıp gelmişken hakkaten yurt şeysini halledeyim. Dilenen bi teyze çok güzel şarkı söylüyordu, gitmek istemedim bi an ama görev beklemez.
Atladım otobüse indim yurdun önünde. Dün kızın anlattığı tarafa gittim, “Office” yazan okları takip ettim, talep formu gördüm. Önce bi dalsam odaya sorsam falan dedim, sonra baktım zaten aynı şeyi söyleyecek “fill the paper!” o zaman ben de doldurayım formu vereyim diye düşündüm ama almanca. Ben de yanıma 2 tane form alıp çıktım yurttan. Saat 10:30. Napıcam bu saatte? Yurda dönsem Ali’nin suratı çekicem, hiç gelemem. Ben de Stephansplatz (1. Viyana)’a gittim. Önce biraz dolandım. Aslında Starbucks’ı arıyordum, kablosuz interneti vardır diye. Daha geçen şuracıkta olan Starbucks’ı bulamadım. Meydan turist kaynıyordu, sanırım Rus’tular. Önce bi tabaka uğradım, bi Winston aldım 3.45€. Nedense canım normal sigara içmek istedi. Sonra başladım yürümeye. Resmen kaybolmuşum. “Nescafe” diye bi kafeye girdim, bi cafe latte içtim, süperdi. İnternete girmeye çalıştım tekrar, bilgisayarı çıkarıp. Mekanda yokmuş kablosuz, dışarıdan 1-2 tane şifresiz çekiyor ama bağlanmadı. Bir fincan kahve, 3 sigara ardından kalktım. Yürürken uyuyordum resmen. Dedim yurduma gideyim. Hakkaten kaybolmuşum, yürü yürü bulamadım bizim Stephas Dom’u. Baya yürümüşüm meğer. Başka bir hat metronun oraya gelmişim. Neyse bikaç aktarmanın ardından geldim yurduma. Bitkindim ya. Üstümü bile çıkarmadan uyuyakalmışım. Kalktım saat 4’ü geçiyor. Acıktım. Ne yapmak lazım? Hiç yemek yapmakla uğraşasım yok. Dün Ali Philedelphia Brüke(metro istasyonunun adı, bizden bir durak ötede)’ten bi döner almış, dedim gideyim döner alayım ordan. Hiç üşenmedim, kalktım bindim metroya bi sonraki duraktan döner aldım. Burada eğer “Türkish Kebab” ya da benzeri bişeyler yazan yerler görürseniz çalışanı, sahibi falan mutlaka Türktür. Daldım içeri,
- Kolay gelsin abi, bi döner versene.
- Saolasın, et mi olsun, tavuk mu?
- Et abi.
- Tamam.
- Paket olsun abi, bi de yarımlık kola.
- Buyur.
- Saolasın abi, yakşamlar.
Yurduma gelip, afiyetle götürdüm döner ve kolamı. Ben Ankara’da bu kadar kebap falan yemiyordum, dolayısıyla hiç yemek hasreti çekmiyorsun. Anne yemekleri apayrı tabi, ah ulan anamın pilavı.
Burada yurtlar dil kursuna gidenler ve okula başlayanlar olarak ayrılıyor. Kabelwerk’i (benim yurdu) geç, diğer bütün yurtlarda okula başlayınca fiyatlar 70 – 80€ falan iniyor. Nedenini anlamadım. Mesela hep övüp durduğum Deobling meğer okula başlayanlara 185€ imiş. Ali’nin o yurttan kabulü gelmek üzere, o 255’e çıkacakmış o yurda. Ben de başvurcam yarın, bugün belgeleri falan aldım. Aslında internet olsa bir sürü yurt bulurum ya da ev falan. www.couchsurfing.com diye bir site var. Gezgin sitesi. Mesela Berlin’e mi gideceksin, bu siteden Berlin’de yaşayanları buluyorsun, iletişime geçiyorsun “hacı ben gelicem, müsaitsen sen de kalayım mı?” diyorsun ve adam müsaitse gidip onda kalıyorsun falan. Dünya’nın heryerinden insan var sitede dolayısıyla dünyanın heryerine konaklama ücreti vermeden gidebilirsin. İşte o sitede forumlarda falan yurt, ev arkadaşı, 2. el eşya, parti duyuruları falan oluyor. Oradan bulurdum bir sürü ev falan.
Şu Yiğit’in vize çıksa da biran önce, ben de yanına yerleşsem. Onun evinin olduğu yerde çok fazla Türk varmış ve biraz şehrin dışına doğru kalıyor. Aslında şu an kaldığım yurt gibi bi yerde. Önemli değil ama ya, ev biraz genişse ve kirası falan iyiyse her türlü çıkarım, acımam.
Bir de şu kurs başlasa güzel olacak. Arkadaş edinmenin en kolay yolu olsa gerek dil kursu. Dün fotoğrafların hepsine baktım bilgisayardan. “Keşke Ankara’da olsam” demedim ama özledim lan kerataları. Bu hafta Kençal da Ankara’da olacaktı, eğlenceli olurdu valla. Hepinizi özledim lan ve seviyorum hepinizi bilesiniz. “Siz”den kastımın kim olduğunu biliyorsunuz, isim isim saydırmayın.

* Kendime not: Bi ara banyo yap!


Blogger tarafından desteklenmektedir.