Hala almanca cümleler yankılanıyor kafamda. Alles gute zum Geburstag, Happy birthday” ve türevleri. Cumanın doğum günüm olduğunu bile bi önceki gün farkettim. Eğer Leti “yarın doğum günüm var, davetlisin” demeseydi hala aklıma gelmezdi heralde. Zaten n’olduysa “aa benim de yarın!” dememle oldu. O zaman gece diskoya gidiyorduk. Kabul.

Ertesi gün kursa gittiğimde ufak detayları planladık, nerde kaçta buluşacağız falan. Nußdorferstrasse metro durağı, saat 22:00. Gelmek isteyenler bi kağıda adını yazdı, herşey kararlaştırıldı.

- Leti, welche 2 Farben gefält dir?

- Hmm Rosa?!

- Noch eins?

- Weiß.

- Ok passt.

Hmm demek pembe ve beyazı seviyorsun, tamam. Bunu da sırf Leti’ye bileklik yapmak için sormuştum.

Kurs bitti, akşam buluşmak için sözleşip dağıldık. Birkaç resmi işim vardı ama hiç uğraşacak takatim olmadığından doğru eve gittim. Yoldan pembe ve beyaz ip aldım sonra başladım bilekliği örmeye. Akşama kadar kafam biraz kırılsın diye evdeki şarabı açtım, başladım yudumlamaya. Bi tane de sigara sardım, alttan da Bob Marley. Bileklik bittikten sonra da uyuyakaldım, önceki gece duvarı damalı şekilde boyayacağız diye sabaha kadar sprey sıktık, doğru düzgün uyuyamamıştım. O sıra birader aradı doğum günümü kutlamak için, ardından da Talha eve geldi. Arkadaşların yurduna gidecekti internet kullanmaya, pek hayırlı olmadı kullanması ama iş işten geçti.

Beraber çıktık evden, hala vaktim vardı ben de uğradım arkadaşların yurduna. İnternetten sanal kutlamalarımı okudum. Gıcığım feysbuk duvarından kutlanan doğum günlerine. İnsanlar zorunda mı hissediyolar acaba? Her neyse. Talha da hoşlandığı kızın Romanya’da sevgilisi olduğunu öğrendi, baya bozuldu ama toparlar ya, tanıdığım Talha ise eğer. Saat 21:30’a gelirken çıktım yurttan üzerimde Kençal’ın en sevdiği?! Kombinasyon kıyafetlerim var. Kumaş morumsu kareli pantolon, beyaz gömlek, morumsu cepken, beyaz spor ayakkabı.

Nußdorfer’de buluştuk. Birkaç kişinin daha gelmesi gerekiyordu. Biz onları beklerken kızlar bi kafede rezervasyon yaptırıp oturmuşlar. Beklediklerimizin gelmemesi üzerine biz de kafeye geçtik. Leti ve Anca pasta yaptırmışlar, şok oldum.

Masaya oturduk, sol baştan sayarsam Osman, ben, Dardan, Yani, Nazım, Leti, Anca, Batu. Osman Makedon Türklerinden Batu’ysa bildiğin Türk. Diğerleri Romanya, Arnavutluk ve Bulgaristan’dan. Dışarıdan bakınca güzeldi herşey ama bi boşluk vardı ama sebebini anlayamadım. Sorgulamadım. Nereye sürükledilerse gittim. Pastalarımızı yedikten sonra Nußdorfer’deki diskoları denedik ama hem yabancı hem de az kız, çok erkek olduğumuzdan pürüz çıkardılar, almadılar. O sıra bölünmeler başladı. Kararsız kalınca Osman ayrıldı. Anca da ayrılacakken karar verdik. Handelskei metrosunda Milleniun City’de disko varmış, biraz uzak ama metro sabaha kadar çalışıyordu nasılsa.

Oradan da eli boş döndük. Spor ayakkabıyla almazlarmış. Neyse buraya kadar gelmişken bari bowling oynayalım. Yedi kişilik turnuva başlattık. Başlarda iyi gidiyordum ama Leti puan olarak öndeydi ve Dardan da arkadan yetişiyordu. Oyunun ortalarında Bilyana ve Bella diye bi kız arkadaşı geldi. Bilyana (Bibi) da sınıftan. Neyse Anca’nın yerine Bilyana devam etti oynamaya ama son 5 atışımın 4’ü strike olunca oyunu birinci sırada tamamladım. Dardan ikinci, Leti üçüncü. Keyfime diyecek yoktu.

Bibi’nin de gelmesiyle ortama neşe ve enerji geldi. Anca ne Batu’yu evlerine yolladıktan sonra şehir meydanına indik. Barlar sokağına. Mutlaka bize uygun bi disko olmalıydı, dans etmeliydik. Adını bilmediğim bi yere gittik. Kötüydü, baya hemde. Oradan erken sıkılınca Kaktüs diye bi yer var. Bilindik bi yer. Oraya gitmeye karar verdik ama karar verene kadar heralde bi 15-20 dk geçti. Sonunda eve gitmekten vazgeçip gittik oraya.

Detaylara çok inmeyeceğim ama Leti’nin sarhoşluğuyla epey eğlendik, baya da dalga geçtik. Ona asılan erkeklerin hiç birini geri çevirmedi hepsiyle muhabbet ettikten sonra öpmeden yolladı hepsini. En son Leti, Dardan ve Nazım bizimle iki durak geldikten sonra indi, ben Bibi ve Bella da devam ettik metroyla. Benden bi durak önce indiler ama Bibi hala dans etmeye istekliydi. “Git evinde dans et!” önerimi de ciddiye aldı sanırım, evde de uyumadan önce dans ettiğini düşünüyorum. Benden bi durak önce indiler. Ben de koltuklara ayağımı uzatıp tüm geceyi düşündüm “yare yaree” (yare yare Japonca’da oof of ya da aah ah falan gibi bi tepkidir) eşliğinde. Cebimden tütünümü çıkarıp sarmaya başladım. Son duraktı zaten geleceğim yer. İndim, ağzıma sigaramı tutuşturdum eve kadar ne yaptığımı anlamaya çalışır vaziyette yürüdüm. Sokağın köşesine gelince saate baktım sabah 5! Kapıyı kitleyip anahtarı da arkasında bıraktıklarından dolayı evdekileri arayıp uyandırmak zorunda kaldım. Oturdum koltuğa, yaktım sigaramı, hala bişeyler yerine oturmuyordu. Çok özel hissetmiştim ama bi o kadar da yalnız. Seneye de mi böyle olacak? Sanırım öyle.

Yare yaree..


One Comment

yahepyahic dedi ki...

Ya bende kutladım facebook'tan ama seni msnde göremedim başka da iletişimin yoktu bende :( Benden nefret etme bari ordan kuladım diye ;)
Yalnızlık konusuna gelirsek o şehirde bir gariplik var. Etrafın ne kadar dolu olursa olsun sen kendini hep bir şekilde yalnız hissediyorsun. Ben bireyselliğin bu kadar hissedilebileceğini bilmezdim orda öğrendim!

Blogger tarafından desteklenmektedir.