- Coni şimdi tanımadığım etmediğim adam napıcam ben onun evinde?

- Oğlum tanıman gerekmiyor zaten. Ev partisi gibi bişey, yoldan müziği duyan da atlayıp geliyor.
- Haa. Peki gömlek falan bişey giyecek miyiz? Girişte para veriyo muyuz? İçerde içki var mı?
- Herr Koç, sen daha önce hiç ev partisine gitmedin değil mi?
- Yok coni.
- Fakir! Neyse arkadaşının evine gidiyormuş gibi düşün, bildiğin salaş parti. İçki içerde olabilir ama yine de biz bişeyler alalım.
- O zaman 09.30 Reumann metro.
- Görüşürüz.

Herr Koç'u ikna etmem biraz zor oldu ama sonunda gidebildik. Tam adresi Nele mesaj olarak gönderdi, zaten onun davetlileriydik. Öncesinde gidip birer şarap aldık daha sonra da arayıp tarayıp adresi bulduk. Yukarı çıkıp ortalığı biraz kolaçan edince Nele'yi aradık. Mutfaktaymış zaten. Geldi sarıldık falan ama bişeyler farklıydı. Neyse. Biraz Nele'yle muhabbet ettik sonrasında Nele kendi halinde takılmaya devam etti. Biz de kendi halimizde. Bi tane Alman eleman sardırdı, onla epey Almanca muhabbet ettik, konuşabildiğimi farkedince epey mutlu oldum. Adam Polonya'da erasmus yapmış ve bu sıralarda da geziyomuş. Pazartesi de Almanya'ya geri dönecekmiş falan. Adam bize Polonya içkisi getirdi shot attık birer tane.

Herr Koç Sıkıldı. Gitti. Şarabından çok az yudum almıştı. Biz de Alman elemanla muhabbete devam, Nele ortalarda yok. Aslında aynı odadaydık ama o diğer uçta. Ya inan bişey anlamadım arada bi bakış atıyor kötü kötü sonra da arkadaşıyla muhabbet ediyor. Sürekli yanına gidip rahatsız da etmek istemedim. Rahatsızlık demeyeyim de annesinin eteğinden yapışan çocuk gibi olmak istemediğimden kendi halimde takıldım. Arada kudurmadığım da olmadı değil. Bi elemanla yeni tanışmıştı telefon alış verişi falan. Allahtan o eleman sonra gitti başka bi kıza falan yazdı. Off Partinin ilk çeyreği gerçekten ızdıraptı.

Bi ara sıkıldım, mutfağa yöneldim. Nele de oradaydı. Biraz muhabbet ettik ama gerçekten bieşyler vardı, anlamadım. Benimle konuşurken keyifsiz, ama diğer insanlarla gayet yardırıyor muhabbeti. Mutfakta bi Avusturya'lı kızla tanıştım. O da Türkçe konuşuyordu?! Arkadaş herkes Türkçe konuşuyor, ben anlamıyorum kim Türk kim yabancı. Bi süre muhabbetten sonra Nele'ye döndüm.

- Bak Nele bu arkadaş ta Türkçe konuşabiliyor.
- E Türkçe konuşun o zaman (soğuk bi tavır).

Döndü arkasını başka bir arkadaşıyla muhabbete devam etti. Sonra o Avusturya'lı kızla muhabbete devam ettik. Kız bi ara "dans etmek istiyorum" dedi, dedim şu odada ediyolar. "Gel" dedi, gittik dans ettik, yazmadım. Evet hiç yazmadım kıza, aklımda hala Nele vardı. Biraz dans ettik sonra ben yine sağa sola sardım, muhabbet muhabbet. Nele melez zenci bir arkadaşıyla tanıştırdı, kız çok sevimli.

- Bak bunun erkek arkadaşısı Kürt.
- Hadi ya?

Kızla muhabbet etmeye başladık. "Nerden" diye sordu. Dedim "Ankara". Sonra erkek arkadaşı geldi. Esmer, rasta bi eleman. Kız tanıştırdı işte bizi.

- Er ist aus Ankara.
- Aus Ankara? Ankara'lısın?
- Evet.
- Oha hadi ya? Ben Murat.
- Ben de Bilal, sen nerelisin?
- Dersim. Senle nasıl iletişim kurabiliriz?
- En kolayı internet olurdu.
- Kağıt var mı yanında?
- Telefona yazarım.
- Ben telefon kullanmıyorum ama.
- Tamam mailini ver.
- Tamam mail at bana, görüşelim, Ankara ha, vay be!

Bi şişe şarap, bi shot Polonya içkisi ve bir biradan sonra ben oldum artık. Yeterince oldum. Köşeye geçtim kendi halimde insanları seyrediyordum. Nelenin yanında sarı bi çocuk vardı, beni göstererek konuştuğunu farkettim. Acaba ne anlatıyordu? Sonra o sarı eleman geldi yanıma, elini uzattı, dans falan etti sonra da;

- Burası çok garip yer, bunu tanımıyorum, bunu tanımıyorum, bu iyi adamdır, bunu da tanımıyorum..
- Aa du kannst türkisch?
- Evet. Burda herşey var. Alkol var, dans var, kıskançlık var!?

Kıskançlık var? Nasıl yani? Yani nerden çıktı ki o kelime? Yani ne demeye çalıştı ki? Zaten üç gündür düşündüğüm tek kelime de o.

O da bi arkadaşıyla tanıştırdı, o adam da rasta ve kafa bişeydi. Kafamdaki 3-5 rasta bazen insanlarla kaynaşırken katalizör etkisi gösterebiliyor. Yeni elemanla da baya muhabbet ettikten sonra artık parti benim sayılırdı, ortamdaki hemen herkesle 3-5 cümle muhabbetim oluştu, daha rahattım. Tek kafama takılan Nele'ydi. Diğer odada yakın olduğunu bildiğim bikaç arkadaşıyla muhabbet ediyordu. Dans etmekten yorulduğumda dans edilmeyen oda olan Nele'nin yanına gittim. Sokuldum yanına, oturdum.

- Yoruldum.
- Gitmek istersen gidebilirsin.
- Yok hayır.

Ne alakası var ya? Ben sana onu mu demek istedim? Off, alkol daha da başa vurmaya başladı, biradan devam. Bi ara ufak bi vurmalı buldum, içerdeki müziğe eşlik ediyordum. Sonra Nele bi elemanın pantolonuna çöktü, o kısımlar komikti. Adam gitti pantolonunu değiştirdi, bacağındaki kırmızı pantolonu Nele'ye verdi. Birasını da bana.

Artık o kadar yorgun ve uykuluydum ki, yerdeki yatağa uzandım, gözleri açık tutmaya çabalıyordum kapıdan bildiğin kabusum geldi. ALİ. Arkadaş böyle bieşy olamazdı ya, imkansız! Ali'ydi o karşımdaki (Viyana güncesini okuyan olduysa "hassiktir lan!" gibi bir tepki verecektir). Neyse o da şaşırdı beni gördüğüne, kafaları iyiydi bi Türk daha vardı yanında. Bizim Türkçe bilen sarının arkadaşıymış. Ömrümde duyduğum en kötü Almanca'yı konuştu. Ben utandım o konuştukça. Sonra Nele'yle tanıştırdım, bak bu da Türkçe biliyor diye. Niye yaptıysam. Sonra da "asılmayın harbi kan çıkar" diye de ekledim. Bunlar zaten abazalıktan gözü dönmüş vaziyette tüm kızlara yazdılar ortamdaki. Bi ara diğer çocuğu şişman bi kızla yiyişirken gördüm, göz zevkim bozuldu. Daha sonra Nele geldi;

- Ben gidiyorum.
- Bekle ben de geliyorum.
- Arkadaşların var, kalabilirsin.
- Ich mag sie nicht.
- Sevmiyorsun? Tamam o zaman.

Ayakkabının tekini bulana kadar çok uğraştım. Merdivenlerden inmesi de bi o kadar zordu. Nele önden fırladı gitti, yüzüme pek bakmıyordu. Bisikletinin kilidini çözdü.

- Fahrst du mit dem Fahrrad?
- Evet, herzaman.
- Im Winter, unter dem Schnee?
- Immer immer. Seviyurum çünkü.

Metroya kadar beraber yürüdük, sonra "görüşürüz" deyip, atladı bisikletine. Kaldım orda. Yavaşça merdivenlerden indim, keyfim yerinde değildi, biramdan kalan son yudumu da içip çöpe yolladım. Talha aradı, eve geçiyorlarmış "evdeysen su koy makarna yapalım" diye aramış ama ben eve onlardan sonra vardım.

Metro beklerken elim istemsiz telefona gitti. Mesajlar/mesaj yaz;

Nele;
Was würdest du sagen, wenn ich "du gefällst mir" sagen würde?

Gönder...

Bütün gece bunu söylemek için fırsat kolladım, olmadı. Eve geldiğimde ise tamamen kafayı yemiş bir sarhoş nasıl davranırsa aynen öyleydim.


Blogger tarafından desteklenmektedir.