Yine yol hikayesi, yine otostop. Yorgunluktan ölecek duruma getirse de otostopla bir yerlere varma hazzını hiç bir şeye değişemiyorum.

Bu sefer ki amacım Paris’e ulaşmaktı ancak ilk durak Strasbourg olacaktı. İlk hedefi başarıyla gerçekleştirdim fakat zaman yetersizliğinden Paris’i es geçip evin yolunu tuttuk. Olabildiğince özetleyerek bu hikayeyi öyküleştirmek istedim. Buyurun buradan yakın.

2 Ocak Pazar günü 3.5 saatlik uykuyla sabahın köründe uyanıp çantadaki eksikleri giderdikten sonra Dayı ile buluştuk. Hava aydınlanmamıştı bile. Otobüse atlayıp sebze meyve haline gittik, başlangıç noktası için gayet elverişli bir yer. Ufak bir çayocağı gibi bir yerde Afyonlu teyzeyle muhabbet ettikten sonra hale dalıp kamyon aramaya başladık. Oldukça fazla Türk tırı var. Birinden biri en azından sınıra kadar gidiyordur. Rotayı baştan çizmiştik ama bağlı kalacağımıza söz vermedik. Saat 9-10 gibi de araç bulup atladık, sınıra kadar gideceğimizi düşünürken, yolda pazarlıklardan sonra Stuttgart’a kadar giderken bulduk kendimizi. Ali Abi. Hataylı ve kökeni Arap. Dolayısıyla Türkçesi pek düzgün değil, anlaşma zorluğu çekiyoruz. Yolculuk çoğu zaman sıkıcı geçse de yine de ortak noktalar bulup muhabbeti devam ettirmeye çalıştık, muhabbetin yemediği yerde uyuduk. Sınıra kadar Dayı ile ayrı tırlarda gittik ardından sınırdan Stuttgart’a kadar Ali Abi ile devam ettik. Akşam üstü 6-7 gibi Stuttgart haline vardık, tekrar otostop deneyemezdik, hava erken kararıyor ve Ali Abi kararsız ve yolları pek bilen birisi değil gibi, onun tırda sabahladık. Viskisini de paylaştı, yatağını da. 22:00 gibi uykuya dalıp 03:30 gibi yükü indirmek için uyandık. Oralarda bir müddet takılıp, çorba falan içtikten sonra 07:00’da yola çıktık tekrar. Karlsruhe yakınlarında otobanda silkeledi bizi Ali Abi. Otobanda yürümek yasak, en yakın benzinliği bir km kadar geçtik. Geriye doğru yürümemiz lazım. Otobandan yürürsek ceza yeriz diye kendimizi ormana vurduk. Her taraf çalı çırpı, karla kaplı. Biraz sancılı bir yürüyüşün ardından bir alışveriş merkezine vardık. Türk bir abiden yine hali öğrendik ama doğru düzgün araç yoktu, biz de otobana birleşen yolun kenarında bekledik, duran olmadı. Baden-Baden’e gidersek daha rahat araç bulabileceğimizi düşünerek tramvay ve s-bahn kullanarak Baden-Baden’e vardık ancak şehir resmen karantinaya alınmış, bir tane canlı varlığa rastlamadık. Otobana çıktığını sandığımız yolun köşesinde 3-4 saat beklemenin ardından Alman bir amca yanaşıp yanlış yerde olduğumuzu bildirdi, üşenmedi arabasına aldı ve 10 km ileride dinlenme tesisine bıraktı. Tam A5 kenarı. Vardığımızda buz kesmiş esmer bıyıklı bir çocuğa rasladık, Yolu Paris’e imiş ve 10 saattir bekliyormuş olduğu yerde. İsrailliydi, Berlin’den yola çıkmış. Üzüldüm valla çocuğa, harap olmuş. Neyse biz de neyin rahatlığını yaşıyorduk bilmiyorum ama önce birer sigara içelim öyle başlarız diyerek sardık sigaraları. Sigara bitmeye yüz tuttuğu sırada markete gelen bir Strasbourg plaka araba önümüzde durakladı. Yanaşıp sordum, Fransa’nın başka bir şehrine gidiyorlarmış. Rica ettim Fransa sınırının öte yanına bıraktılar bizi.

Hava kararmaya yüz tuttu, bir an önce araç bulmalı, son 40 km ama durduğumuz yer pek te elverişli bir yer değil. Neyse devam. 15 dk geçmedi ki bir kamyon yanaştı, kapıyı açıp anlamadığım dilde birşeyler söyledi ama arabayı tam durdurmadı.

- Çabuk çabuk!
- Atla atla.
- Anaa abi türkçe biliyorsun.
- Acele et atla, duramam.
- Eyvallah abi.
- Ne tarafa böyle?
- Strasbourg.
- Tamam ben de o tarafa.

Avrupada neredeyse yabancıdan çok Türk varmış gibi geliyor. Abimizin adı Murat, espiri anlayışı biraz kıt bir abimizdi ama olsun, konuşkandı ve Türkçesi gayet iyiydi. Arabayı parka bıraktıktan sonra kardeşini aradı, bizi arabayla şehir merkezine kadar attı. Diren’in (Strasbourg’taki arkadaş) telefonuna ulaşamıyoruz, iptal falan olmuş. Bir an önce bir internet kafe bulmamız şart. Dönercinin tekine girdik, o da Türk, sorduk, anlattı bize yolu, internete girer girmez ulaştık Diren’e. Atladık tramvaya evinin o tarafa gittik. Buluştuk! Başardığımızın resmi idi bu. Aslında Homme de Fer’e ulaştığımızda bu hissi iliklerimize kadar hissetmiştik. 850 km yolu gelebilmiştik nihayet.

Herşeyi ama herşeyi betimlemek istiyorum ama sayfalarca yazmam gerekir o yüzden sadece en dikkat çekebilecek şeyleri sadece birkaç cümle ile betimlemeye çalışacağım. Evin ilk izlenimi muhteşem. Çatı katında ve çıkarken eski, ahşap merdivenlerden yukarıya çıkıyorsunuz, gıcırtılar arasında ama kesinlikle harabe gibi değil. Ev “çatı katı” denilmesini kesinlikle hakediyor. Tavan düz değil, 5-5.5 metre ortasının yüksekliği ve yere kadar geliyor. Of anlatamadım yanı tavan ters V şeklinde ve düz duvara bağlanmıyor, yere kadar iniyor o açı. Tavanda bile pencere var, bazı kolon ve kirişler ahşaptan. Bir oda bir de salonu var, banyosu ayrıca oda şeklinde (bizim evde banyo mutfakta bir duşakabinden ibaret) neyse. Yemek yedik, bol bol muhabbet ettik. Ev arkadaşı Anıl diye birisi ve 9 yıldır oralardaymış. Konservatuar okumuş ve şimdi de liselerde müzik eğitimi veriyormuş. Viyolonsel çalıyor ama yalayıp yutmuş enstrümanı. Saatlerce özgür doğaçlama hakkında konuştuk. Zamanında bir yıl Yann Tiersen ile çalışmış. Sonrasında uykuya daldık.

Ertesi gün ki 4 Ocak’a tekamül eder Paris’e doğru yola çıkmamız gerekiyordu. Couchsurfing’ten bulduğumuz arkadaşa haber edip bir gün daha Strasbourg’ta kalmaya karar verdik. Gezememiştik çünkü daha. Diren bize rehberlik yaptı, gezilecek pek çok yerini gezdik. Ama sokağa çıkmadan önce bizim için çok acı olacak kaybımızın farkına vardık. Fotoğraf makinamız kayptı! Her yeri aradık ancak nafile, bulamadık. Biz de boşverip anın tadına varmaya baktık. Saolsun Diren de telefonuyla birkaç poz çekti.

Avrupa’da ilk kez kendimi turist gibi hissettim. Daha önce gittiğimiz yerlerde bu hissi hiç yaşamamıştım. Madde madde yazsam daha uygun sanki deneyimlerimi;
- 5 hat tramvayları var ve 00:30’dan sonra ulaşım kesiliyor.
- Sorun da değil aslında çünkü her yere yürüyerek ya da bisikletle varabilirsiniz, gezilesi yerlerine tabi.
- Evlerin cepheleri rengarenk ve gerçekten yürürken başınzı kaldırmaya teşvik ediyor. Ve panjurlar süper.
- Şehir meydanındaki katedral olağan üstü ve çok fazla büyük.
- İnsanlar sanılanın aksine eğer başka dil biliyorlarsa o dilde de yardımcı oluyorlar.
- Strasbourg’un sokakları pis değil.
- Yayaya fazlasıyla yol ayırmışlar.
- Şehrin içinden Rhein’ın kollarından biri geçiyor, Viyana havası verdi bu bana.
- Ulaşım uygun, teklik bilet 1.40€.
- Alış-veriş uygun gibi, market fiyatları fena değil.
- Fransa sömürgesi ülkelerden çok fazla göçmen var.
- İnsanları sarışın değil, bi Almanya ya da Avusturya gibi.
- Avusturyalılardan daha güzel giyiniyorlar, orası aşikar.
- Fransız insanları gerçekten sıcak kanlı, herkes gözünün içine bakıyor ve gülümsüyor.
Sanırım Strasbourg hakkında paylaşabileceklerim bu kadar, mutlaka dahası vardır ama aklıma şu anda gelenler bunlar.

 Katedral bu işte
 Burası da kafelerle çevrili bir avlu imiş, çok şeker.
 Karşı tarafta sağda la Petite France kalıyor, yolun sonu da Homme de Fer.
 la Petite France


Yol hikayesinin devamını daha sonra yazayım yahu, yeterince uzun oldu zaten. 


Blogger tarafından desteklenmektedir.