Kultur Shock Sahnede!
Ost Klub!
Misafirlerin hepsini gönderdikten sonra artık derin bir nefes alma vaktim gelmişti de geçiyordu bile. Hiç bir şey yapmasan bile misafirin vermiş olduğu sorumluluk hissi gerçekten biraz ağırdı. Onlar gittikten sonra da zaten olabildiğince miskinlik, olabildiğince tembellik. Tabi bunun yanında sorumluluklarımı da unutmadım. Mesela Kultur Shock konserine gittim, epeyce eğlendim ayrıca yastık savaşına gittim. Bunlar benim gönlü eğleme sorumluluklarım, sıkılmamam lazım benim. Havanın güzelliğini fırsat bilip çimlerde yayıldım, frizbi oynadım, salıları derse gittim. Çok eğlenceli ya o ders.


ehehe
Feci yemişim!


Yastık savaşından birkaç kare :)
Laurita'ya dalarken :)
Kıyıma gidiyorum :)















Vücudu da hor kullanmaya devam ettim bu sürede tabii. Pazartesi müzik prova günü, hiç şaşmaz. Bongoyu ilk kez orada kullandım ve bence sıçtım ama elemanlar "oldu" dediler. Olduysa sorun yok, daha fazla çalışıp arayı kapatacağım işte. Siz gibi taşaklı müzisyen olarak gelmedik ki buralara arkadaş. İkisi konservatuarda zaten, basçı kendini bildi bileli çello ve bas çalıyo, Manu desen beş yaşından beri gitarı elinden düşürmemiş. Çok memnunun aslen, okul gibi resmen. Herkes bişeyler öğretiyor. Gruptan postalamaya da niyetleri yok, en sevindiğim nokta da o :) 11 Haziranda da konserimiz var, para bile kazanacağım.

Buraya geldim geleli hayatımda ideal olarak belirlediğim şeyleri bir bir yerine getirmeye başladım. İki farklı ülkeye, ayrı zamanlarda otostopla gezmeye gittim, şehir meydanında sokak müziği yaptım, çokta eğlendim, free hugs ve yastık savaşı gibi flashmoblarda bulundum, çok farklı milletlerden arkadaşlar edindim, couchsurfingten fakir ağırladım, yoyocularla takıldım bi vakit, müzikten para kazanacağım vs. Umarım hepsini erkenden tüketmem, hala bunların hepsinden haz alarak yapmak istiyorum!

Salıları ise yine olağan olarak almanca konuşma toplantısına katılıyorum, yine CS etkinliği. Oradan gayet güzel arkadaşlar edindim, çoğu Güney Amerikalı. Bu salı da oradaydım, yine muhabbetle, hoş sohbetle geçti.

Soldan sağa: Ilona, Jakob, Lena, Sarah, Dayı, Ben, Talha, Güneş
Çarşamba günü yine olağanlaşmaya başlayan yemek yeme günü idi. Bu sefer Ilona ve Sarah davet ettiler. Bir önceki Dayı'lardaydı. Yine aynı kadro (Ilona, Sarah, Lena, Kayhan, Dayı, Talha, Güneş ve ben) sofrada hazır bulunduk. Bu sefer Ilona'ların başka bir arkadaşları da geldi Jakob. Yakup isminin yahudice söylenen şekliymiş işte. Avusturya mutfağından lezzetler taddık. Beyaz şarap eşliğinde, gayet zengin bir sofra vardı, hizmette ise kusur yok :) Yemekten sonra kıt almancamızla kurtadam oynadık ve ona rağmen ortalıkta "ne alakası var ya ben kurtadam değilim, benden kurtadam olur mu hiç?" gibi lafların almancaları uçuştu, çarşamba günü bir daha deneriz. Bu sefer bizde olacak (iyice gün havasına girdi bu iş) ve Türk ve Avusturya mutfaklarını taddığımız için biz de Japon mutfağını deneyeceğiz (ikinci anavatan). Ramen, Okonomiyaki, maki şu anda aklıma gelen yapabileceğimiz lezzetler. Tatlı olarak yeşil çaylı dondurma görmüştüm onu yapabiliriz olmadı bir tatlı tarifi bulunur elbet.

Perşembe tatilim olması gerekirken Manu aradı çalışalım diye, müziğe hayır denir mi? Gittim tabi düşünmeden. Heiligen'de bir parkta oturduk, beyaz şarabı da ihmal etmedim tabi gelirken ama bongoyu taşımak zulüm ya. Her neyse, kendi kendimize çalıp oynadık, sonrasında Manu'nun ev arkadaşları geldi Justyna ve Christoph. Çok tatlı bir çift, ilk tanıştığımda da aynı kanıya varmıştım. Bir ara hep beraber blues doğaçladık, çok iyiydi. Chris gitar çaldı, Justyna doğaçlama vokal, Manu mızıka ben de bongo, gayet hoş oldu. Sonrasında biz Manu ile çalmaya devam ettik, Chis'te Justyna'ya nasıl dövüşüleceğini gösteriyordu, baya dayak yedi ama öğrenirken :) Kalkmaya yakın yarısı dolu su şişesini atıp tutmaca oynarken 45 dakika harcadık, en gereksiz ve en eğlenceli oyunlardandı. Akşamına da bizim bebelerle bilardo oynadık. Son atışlarımdan bir tanesi şans eseri Semih Saygıner'in bile atamayacağı bir vuruşa dönüştü, izlenilmeliydi :)

Çok "duman" altı idi.
And it's friday, I'm in love! demek isterdim tabi ama yok öyle bişey. Gayet akşama kadar parklarda sürtüp akşam da reggae partiye gittik. UK'nin en taşaklı ses sistemini getirtmişler, biz onların yalancısıyız ama şimdiye kadar bir basın saçlarımı geriye atacak kadar vurduğuna şahit olmamıştım. Feci vuruyordu.

Bugün ise (cumartesi) Stadtpark'a gidip kahvaltı yaptık ama saat 4'te oturabildik kahvaltıya. Yine de zengin menümüz vardı; Domates, salatalık, ezilmiş peynir, zeytin ezmesi, çay, peyaz peynir, salam, meyve suyu. Heralde hepsi buydu ama paşalar gibi kahvaltı yaptık. Bi tane hippi anne yan tarafımıza oturdu çimlerde, o an onun benim karım olmasını ne kadar çok istedim anlatamam. Kendisi de çocuğu da çok tatlıydı. Ardından "Desperate Housewives" moduna geçtik. Herkes eline iplerini aldı, bileklik örmeye başladık, bir taraftan da öğretmeye çalışıyorum. Sonrasında sıkıldık tabi frizbi atmaya karar verdik ancak yerde kimsesiz bir cüzdan bulmamızın ardından bıraktık oyunu ve karakol aramaya başladık. Karakoldaki kadın polis "ben alamam, Viyana toplu ulaşım bilmemnesine verin" deyince oraya güvenemediğimizden internetten çocuğu aramaya başladık ve herşeyi barındıran feysbukta bulduk çocuğu. Mesaj attım henüz cevap vermedi ama o olduğuna eminiz.










Bu haftayı da böyle kapattık. Yarın arkadaşın düğünü var, ona gitmeyecek olsam CS'nin kickball buluşması var. Beyzbol gibi bişey ama ayakla oynanıyormuş, onu öğrenecektik. Neyse biz de gider göbek atarız.

Haftaya da memleket semalarındayım. Umuyorum ki İstanbul, İzmir, Kütahya, Ankara ve Diyarbakır'da vakit geçirebilirim.

Çikolata isteyen?


Blogger tarafından desteklenmektedir.