Bir varmış bir yokmuş, evvel zaman içinde kalbur saman içinde Kaf Dağı'nın ardında bir krallık varmış. Bu krallıkta herkes sevgi, barış, kardeşlik içinde yaşamasa da hayatlarından memnun bir şekilde yaşayıp gidiyorlarmış. Günün birinde yolu krallıktan geçen bir ozan, hem para kazanmak hem de uzun yolun yorgunluğunu atmak için bir süre orada konaklamaya karar vermiş. Önce hana gitmiş, kalacak yer ayarlamak için. Hancı ile yemek ve kalacak yer karşılığı geceleri orada çalmak için anlaşmış.
          Kısa bir sürenin ardından aklına gitmek düştüğü zamanlarda, pazarda kimsenin dilinden düşürmediği beyaz tenli, turuncu bukle bukle saçlı, minyon, güleç yüzlü prensese rastlamış. Kızıl prenses derlermiş ona, herkes çok severmiş, o da herkesi. Beğenisini gizleyememiş ozan. Hayranlıkla seyretmiş prensesi. Kısa bir süreliğine göz göze gelmişler, gülümsemiş prenses herkese gülümsediği gibi. Gidememiş ozan. Hancıyla olan anlaşmasını bir süre daha uzatmış. Tekrar görebileceğinden emin olmasa da öyle bir olasılığın varlığı bile ozanı krallıkta tutmaya yetmiş. Birkaç kez daha pazarda rastlamış ozan prensese. Prensesin de dikkatini çekmiş ozan.
          "Merhaba!" demiş narin bir ses ile.
          O kadar diyar gezmiş, o kadar farklı dillerde şarkılar işitmiş ozan için prensesin sesi şimdiye kadar söylenmiş tüm şarkıların melodisinden çok daha güzelmiş. Aklını başına toparladıktan sonra cevap verebilmiş ozan "m.. merhaba!" heyecandan sesi titriyormuş.
           "Krallığımıza yeni geldin herhalde, daha önce sana rastlamamıştım."
           "Evet leydim, birkaç haftadır buradayım, yolculuğuma devam etmeden önce biraz para kazanmak, biraz da dinlenmek için krallığınızda konaklamaya başladım."
            "Anladım, ne iş tutarsın?"
            "Ozanım leydim, diyardan diyara şarkılarımı gezdiririm."
            "Ne mutlu bize ki senin gibi bir ozan krallığımıza şeref vermiş. En sonra dört yıl önce gezici bir tiyatro ile gelmişti bir gurup müzisyen. O günden beri yeni müzik dinleyememiştim. Saraydaki müzisyenler hep aynı şarkıları çalıyorlar. Bir gün benim için çalmak ister misin?"
             "Büyük bir zevkle leydim!" yüreğinin atışını tüm vücudunda hissediyormuş ozan.
             Hemen parşömenlerini çıkarıp daha önce yazdığı, diğer diyarlarda dinlediği şarkıları tekrar etmeye başlamış. Günlerce çalışmış. Gece handa çaldığı sıralarda ise bu tekrar ettiği şarkıları çalıyormuş. Hancı bu değişimi fark edince gösterisinin ardından kenara çekip;
            "Hayırdır genç, şarkıların değişmeye başladı? Yanlış anlama, bu şarkıların ilklerinden çok daha güzel ancak kulak aşina olmayınca merak ettim." diye babacan bir tavırla ozanın omzuna elini koyarak sormuş.
            "Prenses için şarkı listesi oluşturuyorum, yarın akşam onun için çalacağım" demiş ağzı kulaklarında.
            "Çok güzel!"
            Prenses daha önce hiç duymadığı şarkılar karşısında hayranlığını gizleme gereksinimi duymadan kendinden geçmiş. Daha önce hiç duymadığı diller ve tınılarda şarkılar varmış ozanın listesinde. Bu yüzden prenses daha sık çağırır olmuş ozanı. Sadece şarkılarını dinlemiyor aynı zamanda daha fazla vakit geçiriyormuş. Derdini, sevincini, öfkesini paylaşıyormuş. Babasını da ikna ettikten sonra ozanın saraya taşınması için gerekli olan her şey yerine getirilmiş.
            Ozan çok neşeliymiş. Prensesle sürekli görüşebiliyor, içten içe yaşadığı aşkı da gitgide alevleniyormuş. Tanımak istemiş ozan prensesi. İzlemiş, gözlemlemiş, ne anlattıysa dinlemiş, ezber etmiş. En ufak detayına kadar ağzından çıkan her kelimeye dikkat etmiş. Duyarlı olmuş, iyi insan olmuş, güvenilir olmuş prensese karşı. Ancak prensese dokunmak istiyormuş ozan. Daha yakından sevmek. Sarılmak, koklamak. Dayanamamış, beraber çıktıkları bir gezintiden dönerken açmış ağzını yummuş gözünü. İlan-ı aşk yapmış. Haykırmış hatta aşkını. Onu düşünmeden edemediğini, aklını yitirecek gibi olduğunu bazen. Prenses ise teşekkür etmekle yetinmiş. Akşam yemeğine geç kalmamak için acele etmesi gerekiyormuş;
           "Bunu neden gezimizin başında söylemedin?"
           "Söyleyemedim, şu an bile dile getirmesi çok zor inan."
           "Bunu bir ara uzun uzun konuşalım."
           "Hadi konuşalım."
           "Yemeğe katılmam gerekiyor, sen odana git, sonra konuşuruz."
           Boynu bükük kabul etmiş ozan. Elinden daha iyisi gelmiyormuş. Ondan sonraki her gün için çalgısının üzerine bir çentik atmış ozan konuşacakları günü bekleyerek. Bu arada da prenses ozana olan yakınlığı ve ilgisinden hiç bir şey kaybetmemiş, daha önceden nasılsa hala aynı, bilakis çok daha yakın davranıyormuş. Çimlerde uzandığında prenses de yanına uzanıyormuş, sevgi dolu bir biçimde. Bu ve benzeri durumlardan ötürü ozan sürekli aklından olumlu düşünceler geçirmiş. 18. çentiğin olduğu gün ozanın kaldığı handa bir şenlik varmış. Çekine çekine prensesi çağırmış. Ne de olsa bir prenses için çok farklı ve soyluların olmadığı bir ortammış. Ozan öncesinde müzisyen olarak ardından davetli olarak katılmış şenliğe. Prenses ise soylu çevresinden birkaç tanıdığı ile gelmiş. Şenlik boyunca prensesin etrafı kalabalık olduğu ve 18 gündür duyguları hakkında tek bir kelime etmemesinden dolayı ozan kendisini prensesten uzak tutmuş. Gelen diğer misafirlerle sohbet etmiş, hanın diğer kısımlarında takılmış. Arada bir merak edip prensesi seyretmiş uzaktan, keyfi yerindeymiş prensesin. Bir ara ozan prensesin yanından geçerken gülümsemiş, prenses ise onun elinden tutup;
          "Seninle bir ara konuşmak istiyorum." demiş prenses, kararlı bir ses tonuyla.
          "Ne hakkında?"
          "O günkü söylediğin şeyler hakkında" demiş prenses.
          "Peki, konuşuruz" demiş ozan. Kırgınmış çünkü bu zamana kadar beklediği için. Biraz kırgın, biraz umursamaz vaziyette sırtını duvara yaslayıp oturmuş yere.
          "Yani o gün söylediklerinle alakalı, daha önce kimse bana bu kadar değer vermedi."
          "..."
          "Ben de seni çok seviyorum ama abimmiş gibi, en yakın arkadaşımmış gibi, babammışsın gibi. Sürekli yanımda ol istiyorum, sürekli sana dokunmak istiyorum, her şeyimi seninle paylaşmak istiyorum. Çok iyi bir insansın."
          "Zaten iyi bir insan olduğum için yıllardır yalnızım ben" demiş ozan, biraz sitemli, biraz kırgın bir ses tonuyla.
          "Seni cinsiyetsiz olarak görüyorum ben. Eğer seni erkek olarak görsem ve ilişkimizi bunu üzerine kursam bir gün gidersin." demiş ve sarılmış ozana. Sıkı sıkı. "Adını koyunca bir şeylerin, ölüyorlar."
          "Adını koymayız biz de. Böyle severiz birbirimizi."
          "Beni seni senin beni sevdiğin gibi sevmiyorum ama." demiş prenses.
          "Sevme!" demiş ozan. "Ben daha önce birisini tam 6 yıl hiç bir karşılık beklemeden ve yılmadan sevdim. Ben bıkmam sevmekten."
          "Öyle olmaz!" demiş prenses. "Ben o sevginin altında ezilirim."
          "Elimden daha iyisi gelmez" demiş ozan, "tek yapabileceğim seni kendi kendime sevmek."
          Ayağa kalkmış prenses, gitmek için hazırlanmış. Ozanın da elinden tutup kaldırmış, üzdüğünün farkındaymış ozanı. Saraya dönmesi gerekiyormuş artık ve ozana veda ederken içten bir şekilde son bir kez daha sarılmış. Uzun uzun.
          "Bana ilk kez bu kadar içten sarılıyorsun, bu anın tadını sonsuza dek çıkarabilirim" demiş ozan gözleri dolu dolu bir vaziyette.
           Kafası allak bullak, düşünemez vaziyetteymiş. Prenses gittikten sonra kendini hanın bir köşesindeki koltuğa bırakıp bir testi daha şarap istemiş hancıdan. Onun da yarısını tükettikten sonra ozan ortalıkta manasız danslar ediyor, ne yaptığını bilmez hareketler sergiliyormuş. Hancı onu ikna edip odasına kadar bırakmış. Kapıyı kapatırken de;
          "Onun bir prenses olduğunun farkındasın değil mi?" demiş her zamanki babacan tavrı ile.
          "Evet."
          "İyi uykular, yarın seni toparlamış göreyim." diyerek odadan ayrılmış hancı.
          O günü takip eden günlerde ozan çok düşünmüş. Prenses onu hala saraya çağırıyor, haber gönderiyor, sohbet etmek istiyormuş. Ozanın ise kafası karışık, keyfi kaçık; ne yapacağını, nasıl davranacağını bilmez vaziyette, temkinli bir şekilde sohbetini devam ettiriyormuş prenses ile. Sonunda karara varmış ozan. Prensese rağmen, kendine rağmen gitmeliymiş. Çok seviyormuş ancak sevgisine beklediği karşılığı bulamadığı için gitmek istiyormuş. Bir insan gidecek olduktan sonra baba iken de gider, abi iken de gider, yâr iken de gider. "Günün birinde" demiş, "tekrar gelirim, tekrar görürüm kızıl prensesimi. Belki o zamana kadar beni özlemiş olur, belki eksikliğimi hissetmiş olur." demiş biraz umutsuz, biraz üzgün. "Belki gönlünde başkası yatıyordur da o yüzden beni buyur etmemiştir gönül sarayına, olamaz mı?" diye bile düşünmüş ozan. Son ihtimal olarak da "olur da beni unutur, kimselerle haber yollamaz, merak etmez ise bu günlerimi gülümseyerek anarım..."demiş. Bu olasılığın olmasını hiç istemeyerek.
          Toplamış çantasını, vedalaşmış hancıyla. Krallık kapısından çıkarken gözü hala gerideymiş. "Bir gün" demiş, "hayatında beni istediğini fark edeceksin. Seni üzen, aldatan, yalan söyleyen, kötü davranan, duyarsız insanlardan sıkıldığında beni arayacaksın yanında" demiş gözleri dolu bir biçimde. "Umarım o gün çok geç olmaz" diye geçirmiş içinden. Diline de Kadıköy adında bir diyarda tanıştığı bir ozanın şarkısını takıp, vurmuş kendini yollara...

"Topladım dertleri üşenmedim, attım sırt çantama.
Dönüyorum şimdi gider gibi sessiz, sakin ama heyecan yok şimdi.
Her şey bir gün bitebilir; bendeki sabır, sendeki para.
Bir şeyler söyledin en sonunda.
Kusura bakma yaram çok, kusura bakma yaram çok..."



Blogger tarafından desteklenmektedir.