Köklerinden uzaklaşmak ne kadar zor bir şeymiş. Bedenen uzaklaşsan da ruhunun bir kısmını köklerine sıkı sıkı bağlayıp devam ediyormuşsun yaşamına. Oradaki parçana ise uzaktan bakmaya başlıyormuşsun.

Uzaktan köklerime baktığım zamanlardan biri yine. Buradan ne kadar da net görünüyor her şey, kabak gibi ortada. Köklerine dair, köklerine ait ne varsa görünüyor uzaktan. Riya yok, yalan yok, mış gibi görünmek yok. Her şey ortada, apaçık ortada. Ailen orada, dostların orada, eski sevgililerin, platonik aşkların, tanıdıkların, sadece selamlaştıkların, kızdıkların, sövdüklerin, ağladıkların...

O bıraktığın parçana insanların tavrı, ilgisi, sevgisi, yaklaşımı nasıl ise oradaki parçan şekilleniyor. Oradaki parçan hatırlandıkça daha fazla parça bırakmaya başlıyorsun köklerine, unutuldukça da oradaki parçanın değersizliğine üzülüp onu da alıyorsun yanına, bir süre sonra da toz zerresi kadar kalan o parça hiç bir şey hissetmeyen, sadece gözlemci gibi, zorunluluk gibi kalıyor orada. Mesafe uzadıkça daha iyi görünür oluyor oradaki parçadan köklerin. Çürük olan kökler hangileri, hangi kökler sağlam bir şekilde hala ilk günki tazeliği ile duruyor, hangileri daha da güçlenmiş seçebiliyorsun. Geriye tek kalan çürükleri ayıklayıp yola devam etmek oluyor.

Sorgulatıyor köklerden ayrı kalmak. Madde olarak köklerle beraberken yaptıklarını, verdiklerini, aldıklarını, fedakarlıklarını, yardımlarını.Köklerin seni nereye ve nasıl taşıdıklarını irdeliyorsun sonrasında. Kendini irdeliyorsun aslen. "Ben bu köke mi aitim?" sorusu geliyor akabinde. "Bu kökler mi benim köklerim?"

Saygıyı sorguluyorsun, hoşgörüyü sorguluyorsun, sevgiyi, samimiyeti. Orada olan parçandan da burayı sorguluyorsun. Oradan buraya bakıyorsun bu sefer. Dallar ne alemde? Yanlış tarafa uzayanlar var mı? Yanlış aşılar ile uyumsuz dallar gerçek dallara kenetlendi mi? Yeterince saygı, sevgi, samimiyet var mı dallara? İyi bakılmış mı? Kıymeti bilinmiş mi?

Bir çoğunun da cevabını gözle görebiliyorsun, işte o zaman yaralanmalar başlıyor. Kökteki bozukluklar, dalları, daldaki yanlışlar tüm ağacı etkiliyor. Kök, dallara yapılan müdehale karşısında sükunetini korurken bir medet umuyorsun, ufacık bir yardım eli. Uzanmıyor. Kök kendi halinde takılmaya, bazen de çürümeye devam ediyor. Umudunu en sağlam köklere yüklüyorsun, hayallerini de dallara. Köklerin azlığından mütevellit o umutlar çürüyerek bayrağı bir diğer köke devrediyor, hayaller ise sürekli büyüyüp şekil değiştiriyor. Solan hayaller, kuruyan umutlar kadar incitmiyor ağacı, bir diğer daldan devam ediliyor ne de olsa.

Ruhumdan, olabilecek en büyük parçayı köklerime bıraktığımda o kökler sayılamayacak kadar çoktu. Şu anda her gün bir tanesi soluyor, umutlar ile beraber. En güvendiğin, en sağlam kökler bile bir süre sonra ağacı beğenmeyip ya da yadırgayıp kayıp gidiyor ağaçtan. Ancak daha tohumken, filizken oluşan kökler, o sağlam sandığın sonradan çıkan köklerden daha fazla umut verip, daha fazla besliyor ağacı, dalların daha da ileriye, kurumadan uzanabilmesi için var gücüyle çalışıyor o ilk kökler.

Bazen bir bahçıvan gelip buduyor o dalları, bazen de diğer dal engel oluyor gelişmesine bazı dalların. Buna rağmen o asıl kökler ağacı gece gündüz beslemeye devam ediyor. Bir yerden sonra da tek dayanağın o ilk kökler oluyor. Dallarda da yanlış budama neticesinde ortaya çıkan yanlış dala besin aktarımı, gün geliyor ağacı bile kurumakla tehdit ediyor. Bazen de diğer dalın kibri, bir diğerinin gelişmesini önlüyor.

Bazen düşünüyorum da uzaktan hiç bakmasak kendimize. Hep o zavallı, her şeye inanan, hiç bir şey bilmeyen ağaçlardan olsak diyorum. Köklere bağlamış olduğumuz ruhlarımızın parçalarının, bazı kökler için paçavradan daha değerli olmadıklarını fark etmesek. Kendinden ödün vererek, kendini yarım bırakmak pahasına o köklere bıraktığımız parçanın değerinin bilinmediğini görmesek.

Yaşamak bir ağaç gibi tek ve hür, bir orman gibi kardeşçesine olsa Nazım'ın da dediği gibi. Hayat ağacını güzel beslesek. Gelişmek için gübremiz organik olsa ama insan mahsulü olmasa, sıçmasalar köklerimize.


Blogger tarafından desteklenmektedir.