Elele, Mart’ın son demlerinin yaşandığı bir günde bahar kokularını içimize çekerek şehir merkezine doğru yürüyorduk. Dut’un tekrar neşesinin yerine gelmesi benim neşemi daha çok yerine getirmişti. Halil Amca’nın kafesine yaklaştığımızda acıkıp acıkmadığını sordum “kurt gibi!” cevabını aldım. “İşte tanıdığım Dut” dedim içimden. Rotamızı kafeye çevirdik, hava güzel olduğu için dışarıda bir masa bulup oraya oturduk. Halil Amca’yla benim de aram iyiydi artık, Dut kadar olmasa da.

“Bulmuşsun bizim deli kızı” dedi gülümseyerek.
“Sorma Halil Amca, canım çıktı bulana kadar.”
“Halil Amca sen nereden biliyorsun ortalıkta olmadığımı?” diye şaşırarak sordu Dut.
“Çocuk perişan oldu senin yüzünden, neredeyse her gün geldi seni sormaya. Bir öğrencinin kimliğini verdim de öyle girdi okula.”
“Yok artık!” dedi Dut, şaşkınlığını gizlemeyerek “organize şebeke olmuşsunuz.”
“Neyse sorun çözüldüğüne göre oturun da tostlarınızı getireyim ben.”

Halil Amca’yla da ayak üstü bir muhabbetin ardından fix menümüz olan tost ve çaylar geldi. Kahvaltımızı ederken bir taraftan da muhabbet ediyorduk. Okulu asmıştık ikimiz de, Dut beraber plan yapma eğilimindeydi;

“Ne yapalım bugün?”
“Ev arayacaktık biz Bahadır’la” dedikten sonra Dut’un biraz yüzü düştü.
“Daha yeni kavuştuk ama” dedi boynu bükük.
“O yüzden bugün arıyoruz zaten, kaç gündür seni aradığımdan ektim çocuğu”
“Hıı” dedi biraz neşesiz, sonra hemen toparladı “ben de geleyim mi sizinle?”
“Gel tabi!”
Gülümsemesi yüzüne yayıldı “ne zaman buluşacaksınız?”
Saate baktım “yarım saate kadar Kızılay’da.”
“Kalkalım mı o zaman?”
“Hadi kalkalım” dedikten sonra çayların sonunu da yudumlayıp çıktık mekandan.

Cebeci Kızılay arasını elele yürüyerek kat ettik, yolda da ayrı kaldığımız sürede yaptıklarımızı konuştuk yine. Hala inanamıyordum Deryalar’da kaldığına, bizzat teyit edecektim elbette ama önce şu şoku üzerimden atmam gerekiyordu. Gerçi Dut’u biraz tanıyorsam şeytana pabucunu ters giydirebileceğine dair ufacık bir şüphem bile yoktu.

Karanfil Sokak metro çıkışında kulaklığıyla Bahadır karşıladı bizi, sanırım biraz gecikmiştik. Kısa bir selamlaşmanın ardından en yakın kafeye oturup Bahadır’ın internetten bulduğu ilanları aradık. Ya öğrenciye kiralamıyorlardı ya da aradığımız niteliklerde değildi. Aralarından birkaçıyla da görüşme için randevu ayarlayabildik.

Elimizdeki veriler bittikten sonra geriye sokak sokak dolaşmak kaldı, biz de onu gerçekleştirmek üzre koyulduk yola. Önce yol üstü sayılabilecek Esat’tan başladık sokakları gezmeye. Bülbül Deresi’ni kesen tüm sokakları arşınladık neredeyse. Gördüğümüz kiralık inlanlarını aradığımızda kesemizi aşan fiyatlarla karşılaştık genelde. Tüm ev sahipleri öğrencileri sağılacak inek gibi görüyorlar, hiç öğrenci olmamış ve ya okutmamış gibi. Halbuki empati kurmak bu kadar zor olmamalıydı, en azından aralarından bazılarının okuyan çocuğu olmak zorundaydı. Öğrenci olduğumuzu belirttiğimizde öncelikle kaç kişi kalacağımızı soruyorlar, fiyatı ona göre biçiyorlardı, evin ederinin en az bir buçuk katından başlıyordu fiyatlar, kişi sayısıyla da doğru orantılı artıyordu. Serbest piyasa ekonomisine bir kez daha lanet ettim ev ararken.

Olumsuz yanıtlar umudumuzu kıramazdı. Aramaya Kolej civarında devam ettik, oradan Kurtuluş, yukarıya doğru Topraklık ardından tekrar aşağı inerek Cebeci derken pilimiz tamamen tükendi. Dut’un evine yakın olduğumuzdan eve davetini reddetmedik, kapıdan giren bulduğu kanepeye yığıldı, ev arama çalışmalarının ilk gününü de böylelikle sonlandırmış olduk.

Dinlenip yemeğimizi yedikten sonra toplu taşımaların bitme riskine karşı evlere dağılmak üzre dışarı attık kendimizi Bahadır’la. Gerçi Dut ısrar etti kalmamız için ancak ertesi gün de yoğun bi ev arayışı olma ihtimali, okul aksatmama planları derken kalmamanın en uygun seçenek olduğuna kanaat getirdik. Bahadır da sıkılgan bir çocuktu zaten, hem yurdu da yakındı Dut’a.

Yokuş aşağı rölantide seyrederken bir yandan da birbirimizi tanıma yolunu arşınlıyorduk. Ne sever, ne sevmez, bu güne kadar neler yaşamış, nereden gelir, nereye gidermiş vs. Laf lafı açtıkça yol da altımızdan kayıp gidiyordu, birisini sıfırdan tanıma evresi her zaman ilgi çekici bir şey, kaldı ki bu kişi evini paylaşacağın birisi olunca daha bir dikkatle dinliyorsun her söylediğini, iyice tanımaya çalışıyorsun.

Muhafazakar bir aileden gelmiş mesela, iki ablası bir abisi var. Babası hayli ilgisizmiş ailesine, pek araları yok. Abisi babasıyla anlaşamadığından önce Norveç, oradan da İsviçre’ye kaçmış. En son da İsviçre’de yuvasını kurup aileden gelen mobilyacılık işini devam ettirmiş. Bu ailesinin muhafazakarlığı ister istemez etkilemiş Bahadır’ı. Babayla çok görüşmemek için cemaat evlerinde geçirmiş ergen zamanlarını, onların kalıbına da uyamamış. Abi ve ablaları ondan yaşça büyük, tekne kazıntısı yani bir nevi. Evde vakit geçirmemek için ablasına gitmiş çokça zaman, ablası annesi olmuş neredeyse. Yeğenleriyle arasında 3-5 yaş anca oynuyor, küçük yaşta dayı olmuş. Eğitim giderlerini de abisi karşılıyormuş.

Attığımız her adımda tanıyorduk birbirimizi. Mahsun bir hali vardı Bahadır’ın, hayatın sillesini yemiş gibi bir yüz ifadesi vardı hep. Kurtuluş Metro’ya yaklaşmıştık ve bize ayrılan beraber yürüme süremiz sonuna gelmiş, son cümlelerimizi sarfederken telefonum çaldı, arayan Muhteremdi;

“Emre nerdesin?”
“Kurtuluş taraflarındayım abi, Kızılay’a, oradan da eve geçecektim. Hayırdır?”
“Pes atalım diyorduk, Kızılay’dayız, gelir misin?”
“Olabilir, arabayla mı geldin?”
“Evet.”
“İyi, beraber döneriz o zaman. Tek başına mısın?”
“Yok Aydemir var yanımda.”
“O zaman Bahadır’la geliyoruz, ikişerli takım oluruz.”
“Tamam, her zamanki kafede buluşalım, biz de Aydemir ile geliyoruz.”
“Anlaştık.”

Kafe’ye vardığımızda bizimkiler çoktan oturmuş, kolları bile ayarlamışlardı. Bahadır başta parası olmadığından ve ortamdakileri tanımadığından gelmek istemedi ama ikna etmesini bildim. Hem bazen insanları konuştuklarından ziyade hal, hareket ve davranışlarıyla daha iyi tanırsın. Hatta Pes oynarken bile bir çok fikir edinebilirsin bir insan hakkında. Mesela Dut, kızın hırçınlığını, hırsını oyun oynarken de görebiliyoruz.

“Oğlum bir haftadır yoksun ortalıkta, neredesin sen?” diye lafa girdi Muhterem, bir taraftan da oynarken.
“Ya Dut kayboldu, onu aradım kaç gün. Bugün de ev arıyoruz diye asmak zorunda kaldım.”
“Hayırdır?”
“Ya ben bıktım bizim evdekilerden, başka bir arkadaş daha ev arıyormuş, ikimize göre bir ev arıyoruz.”
“Bana söyleseydin ya baştan.”
“Niye?”
“Bizim bir tane ev var Kocatepe’nin orada, liseye yakın. Epeydir boş, bizimkiler de boş duracağına birisi baksın diye kiraya vereceklerdi” demesiyle Bahadır’ın da benim de gözlerimiz parladı.
“Hadi ya? Kiraya ne istiyorlar?” dedim heyecanla.
“Onu hallederiz, ne zaman müsaitsin sen? Ben bizimkilerle konuşayım bakalım.”
“O ev işi kesin olur mu yoksa biz ev bakmaya devam edelim mi?”
“Yok yok, ev işini olmuş say.”
“E abi kira falan konuşmadık.”
“Hallederiz onu, takma kafana.”
“Tamam o zaman, sağolasın Muhterem ya, nasıl sevaba girdin aklın almaz!”
“Ne demek oğlum, sen oyununa bak.”
“Oğlum dalga falan geçmiyorsun değil mi? Bak bugün dolaşmaktan tabanlarım şişti.”
“Yok lan, ne dalgası.”
“Ya ne bileyim, şimdi sizinkiler başkasına söz vermişlerdir, bize vermek istemezler, bir şey olur falan.”
“Yok ya, verseler bu zamana kadar verirlerdi.”

Pes’in ardından Aspava’ya gittik hep beraber, eski alışkanlık. Bu günkü koşuşturmada yemek yemeyi unutmuşuz, bizimkiler de benim et yemediğimi. “Yiyecek bir şeyler buluruz” diyerek tuttuk Aspava’nın yolunu.

Yemek boyunca Muhterem’i ev konusunda sıkıştırdım, iyice içim rahat edene kadar her şeyi sordum, cuma günü dersten sonra ailesi ile bizzat görüşecektik. Bu kadar kesin konuşunca da içim cumaya kadar rahatladı, ailesiyle görüştükten sonra tamamen rahatlayacağına emindim.

Yemek sonrası sigara ve çaylarından sonra arabayla sırasıyla Bahadır ve beni eve bıraktı Muhterem. Aydemir Muhterem’e yakın oturuyordu. Yol boyunca da ev hakkında sorular sorup bunalttım çocuğu ama ev meselesi bu kadar kolay hallolunca ister istemez inanamıyordu insan.

Arabadan iner inmez Dut’u aradım;
“Saat kaç?” dedi telefonu açar açmaz, sesi de uykuluydu.
“Ev bulduk!” dedim sorusunu duymazdan gelerek.
“Nasıl yani?”
“Bizim bölümden arkadaş vardı ya Muhterem, onlarda ev varmış, oraya geçin diyor.”
“Neredeymiş?”
“Mimar Kemal’in oralarda.”
“Lise mi ilköğretim mi?”
“Lise.”
“Hadi ya? Ballısınız ha! Kirası neymiş?”
“Hallederiz onu dedi, ben de anlamadım.”
“Hallederiz mi?”
“Evet, nasıl halledecekse artık.”
“Kusura bakma ben hala uyuduğumdan sevinç nidaları atamadım ama sevindim gerçekten, şimdi ben uykuma döneyim, sabah sevinirim.”
“Tamam canım, iyi uykular sana, öperim.”
“Ben de tatlım” deyip esnedikten sonra kapadı telefonu, benim ise içim içime sığmıyordu.

Kafamda hayallerle eve doğru yürümeye devam ettim, inanamıyordum hala bizim canavarlardan kurtulduğuma. Duvardan atlayıp apartman kapısının önünde durdum, anahtarımı çıkarırken son kez bakıyormuşçasına baktım apartmana boydan boya. Bizim ışık ile birlikte birkaç ışık açıktı sadece, gayet normal, neredeyse sabah olacaktı zira.

“Şeytanınız bol olsun gençler!” diye seslendim salonun kapısından kafamı uzatıp.
“Eyvallah kanka!” diye yanıtladı Ali “nerelerdesin ya? Doğru düzgün eve uğramıyorsun.”
“Abi ben taşınıyorum” dememle birlikte ikisi de kafayı bana çevirdi.
“Taşınıyor musun? Nasıl yani?”
“Abi bir arkadaş ev arkadaşı arıyormuş, ben de yanına gidiyorum.”
“Ne zaman?”
“Haftasonu falan.”
“Nasıl ya? Ee biz ne olacağız?” hafif ters, hafif buruk bir tonlama ile.
“Abi zaten okula falan da gittiğiniz yok, memlekete mi dönüyorsunuz yoksa yeni arkadaş mı alıyorsunuz yanınıza o sizin bileceğiniz iş. Kusura bakmayın, benden bu kadar.”
“Ciddisin yani?”
“Evet.”
“İyi abi o zaman, son faturaları ne yapacağız?”
“Para bırakacağım zaten size, siz de dediğim gibi yeni arkadaş falan bulun ya da ikiniz böyle devam edin.”
“Peki öyle olsun o zaman kanka” deyip söylenerek oyununa geri döndü.



*Arkası yarından sonra*

Bi yorum yapın ya!


One Comment

Adsız dedi ki...

Ee hani devami ? Kustu mu yazarimiz yorum yok diye?

Blogger tarafından desteklenmektedir.