Cuma günü dersten sonra Muhterem’in arabaya atlayıp onun evine gittik, Dut da bizimleydi, illa görmek istiyordu evi. Ailesi evdeydi Muhterem’in, konuşmak için uygun fırsat. Konuşma gayet verimli geçti, biz de anahtarı alıp tekrar bindik arabaya, yoldayken Bahadır’ı aradık, o da çıkmış dersten, onu da alıp eve bakmaya gittik. Kapının önüne çektiğimizde bile içime sindi ev. Kızılay’ın göbeğideydi resmen, böyle bir evin boş kalmasına anlam veremedim, kim niye kiralamaz ki?

Ev iki oda bir salon. Odalar yeterince büyük, salon ise hayallerimizin ötesinde. Göz ucuyla Bahadır’a baktım, gözleri parlıyordu. Sıra banyoya geldiğinde ise “tamam tuttuk!” dedim. Süper bir küveti vardı. Duvarın ortasında, kendi ayakları olan, biraz eski model bir küvet ama çok ihtişamlı. Bahadır’a döndüm, başıyla onayladı. Yeri çok iyiydi, içerisi çok iyiydi, geriye tek kalan fiyat. Muhterem’e kirayı sordum, aidatı 220 liraymış, bir an hayallerim suya düştü diyordum ki “aidatı karşılayın, 180 de kira alalım, yakıt falan hepsi içinde işte 400 verseniz yeter” dedi. Dalga mı geçiyor acaba diye yüzüne baktım ama gayet ciddiydi. “Niye bu kadar ucuza veriyorsunuz?” dedim, “sana güvendiğimden” dedi, “hem boş kalacağına bir işe yarasın” dedi, o an sarılıp öptüm Muhterem’i “ne zaman taşınabiliriz?” diye sordum “ev boş gördüğünüz gibi, üstünden biraz temizlik yapılınca hemen taşınabilirsiniz” dedi, o an kafamda nereyi nasıl temizleyeceğimiz, eşyaları nasıl taşıyacağımızı düşündüm;

“Depozito falan ne kadar verelim?”
“Gerek yok, buyrun anahtarı da.”
“Muhterem kurtarıcısın resmen!”
“Ne olacak oğlum, hadi hayırlı olsun. İçinize sindi mi?”
“O da laf mı? Biz o zaman yarından tezi yok hazırlıklara başlıyoruz.”
“Tabii ki, yardım edilecek bir şey olursa alo demen yeterli biliyorsun, araba falan da ayarlarız.”
“Tamam o zaman, konuşuruz bunları tekrar, ben gidip eşyaları toparlayayım.”
“Ben bırakayım seni, eve gidiyorum zaten.”
“Olur, sen geliyor musun?” dedim Dut’a dönerek.
“İlla ki yardıma ihtiyacın olur” dedi gülümseyerek.”
“Bahadır sen de hazırlan istersen, yarın temizledikten sonra Pazar da taşınırız” dedim Bahadır’a dönerek.
“Tamam, ben de şuradan giderim yurda, yakın zaten.”
 “Sen de gel, seni bırakır öyle gideriz” dedi Muhterem içtenlikle.
“Peki o zaman, hadi gidelim.”
O hevesle arabaya atlayıp önce Bahadır’ı bıraktık, oradan da evin yolunu tuttuk. Eve girdiğimizde Samet ve Ali görevlerinin başında, bilgisayar oyununa gömülü vaziyette oturuyorlardı. İşin ilginci Samet de salona taşınmıştı. Bu manzara karşısında vakit kaybetmenin anlamsız olduğuna kanaat getirerek bir an önce hazırlanma kararı aldım, nasılsa anahtar cebimdeydi ve eşyaları hazırlayacak vaktim vardı.

Dut eve gelir gelmez benim odaya geçmişti zaten, içeri girince Dut’a toparlanabilirsek hemen taşınacağımı söyledim sonra da durum değerlendirmesi yaptım, nereden başlamalı, neleri almalı, neleri bırakmalı. Önce valizi çıkarıp kıyafetleri yerleştirmeye başladım, Dut da kitapları raftan indiriyordu o sırada. Balkonda “ne olur ne olmaz” diye ayırdığımız kolilerden iki tanesini alıp geldim, Dut kitapları oraya istif ediyordu. Bir taraftan da Bahadır’ı aradım eşyaları toparlarken, o da hazırlanmaya başladı. Telefonumun çalmasıyla işime ara verdim Bahadır sanarak ama arayan Pelin’di;

“Alo” dedi biraz çekingen bir sesle, terslememi falan bekliyordu herhalde. Dut’la beraber gördüğünden beri ilk kez arıyordu, birkaç kez kampüste karşılamıştık sadece.
“Efendim.”
“Nasılsın Emre?”
“İyidir, ev taşıyorum, sen nasılsın?” Dut’un “kimmiş?” dercesine baş sallamasına “Pelin” diye yanıt verdim sadece ağzımı oynatarak. İlgisini çekmiş olacak ki o da toplama işini kenara bıraktı.
“Hadi ya? Neden?”
“Başka bir arkadaşla çıkacağım da.”
“Anladım, neler yapıyorsun? Uzun zamandır görüşmedik bir hal hatır sorayım dedim.”
“Ayak yapıyor” dedi Dut kısık bir sesle.
Parmağımı kaldırıp “bir saniye Dut” dedim ben de kısık sesle “bir şey yaptığım yok ya, takılıyorum öyle okul falan.”
“Bir ara görüşelim mi?”
Dut “katiyen olmaz!” dedi kaşlarını çatarak.
“Tamam görüşürüz.”
“Hafta içi bir gün yemek yeriz okulda, ne dersin?”
“Olabilir” yanıtıma Dut kafa sallayarak karşılık veriyordu karşımda.
“Peki o zaman, görüşmek üzre diyelim. Bir de özledim ben seni.”
“Tamam görüşürüz” deyip telefonu kapattım, tabi bir taraftan da Dut’u sakinleştirmeye çalışıyordum, bir elimde telefon, diğer elimle onu zaptetmeye çalışıyordum.
“Görüşürüz ne lan! Ver telefonu!” deyip elime saldırdı.
“Dut bir sakin, görüşeceğim falan yok zaten.”
“Sen benim erkeğimsin, yedirmem seni Pelin’e!”
“Aman da kıskanır mıymış beni” deyip öpmeye çalıştım ama sıyrıldı.
“Kıskanırım tabi! Bir ara ölüyordun sen bu kıza!”
“Senin doğum günün ne?”
“Ne yapacaksın? Hediye alacaksan daha var.”
“Yok burcunu merak ettim.”
“9 Kasım, akrep. Ne o şimdi de astrologluğa mı soyundun?”
“Yok canım, ben de tahmin etmiştim zaten burcunu. Ben de akrebim.”
“Biliyorum zaten.”
“Nereden biliyorsun be?”
“Senin çenen durmuyor ki, ciğerini biliyorum oğlum senin!”
“Senden korkulur.”
“Kork tabi!” siniri hala yatışmamıştı, ne kadar sarılsam da etki etmedi.

Gerçekten de Dut hakkında doğru düzgün hiç bir şey bilmiyordum. Baksana doğum tarihini bile daha yeni öğrendim. Klasik baba sorularının hiç birinin cevabını bilmiyordum: Nereli, babası ne iş yapar, kaç kardeş? En basitinden adı ne? Şimdiye kadar hiç aklıma gelmemişti adını sormak, neden sadece lakabıyla hitap edildiği, Dut isminin nereden geldiği. Bölümünü öğrenmiştim artık, Siyaset Bilimi, ona dair doğru düzgün başka hiç bir veri yoktu elimde. Bir an kafama dank etti ve Dut’a dönüp;

“Dut senin adın ne?”
“Gizem. Neden sordun?” dedi kayıtsızca. Oysa ben Pandora’nın Kutusu’nu açmış gibi hissediyordum.
“Daha önce sormak hiç aklıma gelmemişti de. Kuru Ankaralı olmadığını söylemişti, nerelisin?”
“Neden soruyorsun tüm bunları?”
“Seni tanımak istiyorum da ondan. Şimdiye kadar o kadar hızlı gelişti ki her şey, hiç sormak aklıma gelmemiş. Nerelisin cidden?”
“İzmit. Üniversiteye kadar orada yaşadım, tüm çocukluğum orada geçti, sonra 19 yaşında buraya geldim.”
“Baban ne iş yapıyor?” dediğimde kafasını öne eğdi,
“Babam yok.”
“Afedersin” deyip sarıldım, bu konuda yaralı olmalıydı “tamam daha fazla soru sormayacağım.”
“Ama üvey bir tane var, o da öğretmen emeklisi, şimdi de bir dershanede öğretmenlik yapıyor.”
“Vay be! Ben hiç bir şey bilmiyormuşum hakkında gerçekten.”
“Bildiklerin yeter” dedi kafasını kaldırıp gülümseyerek.
Daha fazla soru sormamam gerektiğini düşündüm istemsiz “toplamaya devam edelim mi?” diye konuyu dağıttım.
“Herkes kaldığı yerden devam o zaman” dedi işinin başına dönerek.

Şöyle bir bakınca doğru dürüst taşınacak eşyam da yokmuş. Bir yatak, komidin, kitaplık, masa, iki kapaklı gardırop, bir tane yolluk gibi halı, üç tane büyük minder, biri üstad Morihei Ueshiba - ki kendisi Aikido’yu bulan insandır, dünyadaki tek 8. Dan’a ulaşan kişidir, senseilerin senseisidir - diğeri Tokyo’nun havadan çekilmiş fotoğrafı, bir de Naruto’dan Shikamaru posteri. Ancak sanırım Dut ile yatak değişeceğiz, onun ikiz yatağını yeni eve kurup bu tekliyi de onun eve koyacağız. Zaten onun alanı daha dar, bu yatak oraya daha kolay sığar. Her şey tamam da taşımak için arabayı ayarlamamıştık, gerçi Muhterem haber edin hallederiz demişti ama biz toplanma telaşına girdiğimizden haber vermek aklıma gelmedi. “Neyse zaten hemen bu gün taşınmıyoruz” deyip toplamaya devam ettim.

Şimdilik sadece kabalarını halledeceğimiz için işimiz bitmişti, epey kısa sürede halletmişiz tüm işleri. Isıtıcıya su koyup bir taraftan da dolapları tekrar gözden geçirdim. Annemin gönderdiği erişte ve tarhanayı da attım koliye. Isıtıcının tuşu atınca iki kupaya kahveleri döküp geri odaya girdim, Dut yatakta uzanıyordu;

“Ne o? Yoruldun mu?” deyip yanına uzandım, kahveleri komidine bırakıp.
“Evet ya” dedi biraz bitkin şekilde, sürekli eğilip kalkmak yormuş olmalıydı. “Bana bak!” diye doğruldu, aklına bir şey gelmiş gibi “bir anahtar da ben isterim! Bahadır bir şey demez değil mi?”
“Yok canım” dedim saçlarını okşayarak “haberi var. Anahtar benim de aklıma gelmişti, sormuştum.”
“Düşünceli sevgilim benim!” Gülümseyip öptü yanağımdan.
“Hadi kahveler soğumasın, sonra ‘bedavaya çalıştırıyor, kahve bile yapmadı’ dersin sen.”
“Derim tabi! Çocuk işçi çalıştırıyorsun!”
“Yok artık! Ufal da cebime gir. Dur sigara getireyim ben.”

Pazar gününe kadar bizde kaldı Dut. Pazar günü kahvaltıdan sonra ufak detayların da toplanma işi bittiğinde Muhterem’i aradım, sağolsun birkaç saat sonrası için bir araba ayarladı, biz de son derlemeleri yaptıktan sonra kolileri de bantlayıp beklemeye koyulduk. Bahadır’la konuştuğumda o da hazır olduğunu söyledi, yoldan geçerken onu da alacaktık. Zaten bir bavul, iki de çantası varmış, onları da Muhterem’in arabaya atıp eve götürecektik. Her şey hazır olduğunda eşyaları yükledik, evdekilerle helalleştik. Biz Dut’la bizim eşyaları getiren pikapla gelecektik, Muhterem de Bahadır’ı yurdundan alacaktı, evin önünde buluşacaktık.

Şoförle muhabbet epey koyuydu, Dut esnaf muhabbetinin duayeni sayılabilirdi, ben de katılınca sohbete, kısa süreli seyehat boyunca memleketi kurtardık, Fener’i küme düşürdük, Yunanistan’ı bataktan kurtardık, Suriye’deki hükümeti devirdik. Kısa da olsa eğlenceli bir şekilde evin önüne vardık ama neşemiz orada son buldu. Benden ziyade Dut’un yüzü düştü, bizi kapıda Muhterem’in arabasıyla birlikte Bahadır ve Pelin karşıladı.

“Bu neden gelmiş ya?” dedi Dut kaşlarını çatarak.
“Bilmem, öğreniriz” dedim elinden tutarak.

Pikap geri geri yanaştı apartmanın kapısına doğru, biz de diğerlerinin yanına gittik;

“Sağolasın Muhterem, taşıması zor olacaktı yoksa” dedim ozunu sıvazlayarak.
“Ne demek oğlum, zaten eşyanız pek yokmuş, el birlik hallederiz şimdi.”
“Evet ya, Laz’la Rıza da gelelim dediler de bitince bir şeyler içmeye gelin dedim, şu kadarcık eşya için gerek yok.”
“Mustafa da gelmiş diye duydum.”
“Gelmişti de gitti o geçenlerde geri, yaza anca gelir.”
“Ben de geldim yardıma!” diye atladı Pelin, sevecen davranmaya çalışarak.
“İyi etmişsin de nasıl geldin, nereden buldun?”
“Serdar’la geldim, beraberdik zaten.”
“Okulda karşılaştık, proje için ufak tefek şeyler yapıyordum da” dedi Muhterem.
Muhterem’e döndüm anlamaya çalışır vaziyette “ne yapayım” dercesine başını salladı.
“Serdar kim?” diye lafa karış Dut.
“Ben” dedi Muhterem.
“Aa senin de lakabın varmış, daha bir memnun oldum şimdi.”
“Yalnız benden başka kimse Muhterem demiyor ona, bir de bizim aile fertleri.”
“Neden?”
“Bilmem, kimsenin kafasına yer etmemiş Muhterem lakabı.”
“O zaman erkekler eşyaları taşırken biz de yerleri bir elden geçirelim mi Dut?” dedi Pelin, barışmaya çalışırcasına.
“İyi hadi” diye karşılık verdi Dut ve bana sert bir bakış fırlatmayı da ihmal etmedi.

Eşyaları taşırken takviye kuvvet olarak Derya ve Nergis geldi temizliğe, hiç beklemiyordum, Dut çağırmış olmalı. Evden pikaba taşırken Samet ve Ali sağolsun yardım etmişlerdi, şimdi de üç kişiydik, rahatça taşıdık hepsini. Benim odam tamamdı ama Bahadır’da hiç bir şey yoktu;

“Abi benim kurulu düzen vardı zaten de, senin odayı ne yapacağız?” dedim Bahadır’a dönerek.
“Abi memleketten falan getiririm, olmadı ikinci el falan alırız.”
“Ne lazım?” diye araya girdi Derya.
“Ya işte en azından bir yatak” dedi Bahadır.
“Tamam ya onu hallederiz, ablam bir ara bizimle kalıyordu, onun odasındaki eşyalar olduğu gibi duruyor, okulu da bitti.”
“Gerçekten mi?” dedi Bahadır, gözleri parlamıştı.
“Tabi, zaten başka ne işe yarayacak, hatta komidin, dolap falan da var, lazım olur mu?”
“Olmaz mı!”
“Hatta alıp gelelim isterseniz, boş duruyor hepsi de.”
“Oha! Bir tanesin!”

Pikap hala gitmemişti, pazarlık yapıp Eryaman’dan da Bahadır’ın eşyaları yükleyip geldik. İlk anlaştığımız paradan biraz daha fazlasını verdik ama bir çırpıda taşınma işini halletmiş olduk böylelikle, geri kalan kısmı da zamanla otururdu nasılsa.


*Akası yarından sonra*


One Comment

Aysin dedi ki...

Dut'u okudukça öğrencilik yıllarımı çok özlüyorum:(

Blogger tarafından desteklenmektedir.